12 Nisan 2014 Cumartesi

BİR KİTAP ÖNERİSİ; YALNIZ SENİ ARIYORUM-NAHİT HANIM'A MEKTUPLAR

Geçen gün D&R’ da kitaplara bakarken bir kitap dikkatimi çekti. “Yalnız Seni Arıyorum-Nahit Hanım’a Mektuplar” Yapi Kredi Yayınları (YKY) tarafından yayınlanmış.

Orhan Veli’nin en büyük aşkı Nahit Hanıma yazdığı mektupları Murat Yalçın derlemiş.

Orhan Veli’ nin şiirlerinin sıkı bir okuyucusu olarak kitabın ilgimi çekmemesi imkansızdı. Aldım tabii. Fakat vakitsizlikten bir türlü okuyamamıştım. Bugün bir çırpıda okudum ve paylaşmak istedim.

Kimdir Nahit Hanım? Samet Ağaoğlu’nun  anılarında “Rönesans gibi kadın” diye tanımladığı, Cemal Süreyya’nın  “bin dokuz yüz yirmi üç gibi kadın ya da Cumhuriyet gibi kadın da  diyebiliriz” satırlarıyla ifade ettiği tam bir Cumhuriyet kadınıdır  Nahit Hanım.

Orhan Veli’nin;

“Bir de sevgilim vardır, pek muteber,
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun” dizelerindeki unutulamayan, derin bir aşkla bağli olunan sevgilidir Nahit Hanım.

Kitabın editörü Murat Yalçın; Nahit Hanım için “Orhan Veli’nin 36 yıllık ömrünün en büyük sevdası denilebilir” diye yazmış.

Nahit Hanım 1909 yılında doğmuş. Ankara kız lisesinde ve İstanbuldaki liselerde öğretmenlik yapmış, edebiyatı öğrencilerine sevdirmiş, eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve şair Arif Damar ile evlilikler yapmış, Orhan Veli’nin en büyük aşkı olarak tanınmış bir Cumhuriyet kadını.

Orhan Veli’nin kendisine yazdığı mektupları Orhan Veliden sonra yaşadığı 52 sene boyunca kimseyle paylaşmamış, bu mektupları yayınlaması için yapılan tüm teklifleri geri çevirmiş bir hanımefendi O.

Kitabı oluşturan mektupları okurken satırlarda Orhan Veli’nin yaşamındaki güçlükleri, parasızlığı, bu parasızlık içinde bile aşkında yaşam gücü bulmasını yüregimde ince bir sızı ile okudum.

Nahit Hanım’a yine aşkını, özlemini anlattığı bir mektubunda “O'nun yanına Ankaraya gitmek istediğini ama hem yol parasını tedarik edemediğini, hem de yol parası bulsa bile sırtında pardesüsü olmadığını, ayakkabılarının ise hala yazlık ayakkabı olduğunu” yazıyor ama bu kadar çaresiz bir parasızlıkta bile satır aralarına aşkını sığdırıyor, aşkından yaşam gücü buluyor.


Ne yazık ki edebiyatçı’nın ressam’ın değerini yaşarken bilmiyoruz. Bugün aşkı, sevgiyi anlatmak için şiirlerinden alıntı dizelere başvuruyoruz ama yaşarlarken umursamıyoruz bile.


Orhan Veli'ye zaten hayrandım, Nahit Hanıma da hayran oldum aşkına vefasına, aşkına saygısına. Yerinde başka biri olsa o mektuplardan ne romanlar yazdırır, ne paralar kazanırdı. O sandığına ve yüreğine gömmeyi tercih etmiş bu büyük aşkı. Işıklar içinde yatsın. Umarım gittikleri yerde beraberlerdir, kavuşmuşlardır.

 Ruhları şaad olsun

YOL ANILARIM - 2

Bitmez benim yol anılarım...

Yine bir gün Yılbaşı tatili için bir yerlere gideceğim. İşten çıktım, eve gidip eşyalarımı alacağım ve uçağa yetişeceğim. Bindiğim taksinin şöförü trafik tıkalı diye bir sürü bypass yol denedi, başaramadı ve trafiğin tam kalbine çıktı tekrar. Normal yolundan gitse çoktan gideceğim yere götürecekken iyice geç bıraktı beni. Elimden olmayarak söylendim tabii. Taksi şöförü arkasına döndü ve “ Oooo abla sen de hiç mutlu olmuyorsun ne bu stres ben iyilik olsun diye kestirmeden gideyim”  tarzında cümlelerle söylenmeye başladı. Sinirliyim ya ben de  “Ben size şöför Bey diyorum siz bana abla diyorsunuz hem nerden ablanız oluyorum ben sizin” dedim. Demez olaydım. Adam “sen zaten benim ablam olamazsın. Benim ablam gecenin bir saati sokakta yalnız olacak, yetmeyecek bir taksiye binecek yalnız başına, o da yetmeyecek taksi şöförü ile çene yarıştıracak öyle mi?  Vuruum ben o ablayı be vururum namus katili olurum” demez mi?. Korkmadım desem yalan olur ama içime de sindiremedim. “Bana hakaret ediyorsunuz ama diyebildim” sadece neyse ki inecegim yere kadar bir daha konuşmadık. Yoksa ablası olmadığıma bakmayıp beni de vuracaktı. Onun küçük dünyasında gece yalnız sokakta olan, taksiye binen bir erkekle konuşan bir kadın iyi yolda degildi. Bu olay olalı 12 seneden fazla oldu. Bugün ülkemin gittiği yere bakarsak yakında taksi şöförü gibi düşünenlerin egemen olduğu bir ülke haline geleceğiz.

Bir başka anım.....

Canım kankam ve sevgili arkadaşımız Füsunumuz ile Etiler Günaydına gidiyoruz. İçki içeriz dedik almadık arabayı. Takside ben ön koltukta Dilara ile Füsun arkada oturuyorlar. Benim canım bazı konularda sıkkın. Bir anlamda bu yemek birazda bana moral yemeği. Dilara ile Füsün zorla razi etmişler beni bu yemek için. Kendi aramızda konuşuyoruz havadan sudan. Ben üşüdüm keşke şal alsaydım dedim. Dilara da “orada vardır, verirler nasılsa” dedi. Bindiğimizden beri bizimle konuşma manevraları yapan şöför amca lafa karışarak “o şalların temizliğinden nasıl emin oluyorsunuz bir sürü kişiye aynı şalı veriyorlar” demez mi? Zaten burnumdan soluyorum aniden döndüm ve “aslında bu taksi koltuğuna oturmak gibi birşey” dedim Taksici bir an şaşırdı ve “ama o koltuklar yıkanıyor” diye cevap verdi. Uzatmadım artık kendi anlasın diye. Arkada Dilara ile Füsun koptular tabi. Neyse asık suratım düzelerek indim taksiden.


Seviyorum yurdum insanlarını……

YOL ANILARIM -1

Erenköyde oturup Nişantaşında çalışan biri olarak tahmin edersiniz ki hergün sabah akşam
1,5-2 saat araba kullanıyorum. Kıtalararası yolculuk yapıyorum yani. Şikayetçimiyim? Hayır. Severim araba kullanmayı ben. Evet trafik oluyor ama ben bu saatleri kendimi dinleme saatleri olarak ayırıyorum, trafikte sinirlenmek yerine günün muhasebesini yapıyorum. Bana iyi geliyor.  Araba bana hep bir özgürlük duygusu vermistir. Mecbur kalmadıkça da her yere araba ile gitmeyi tercih ederim. Ama bazen tabi ki taksiye de bindiğim oluyor. Mesela karlı havalarda araba kullanamam yada  gece içki içeceksem almam arabamı taksiyle giderim gideceğim yere. Öyle ya da böyle bir şekilde herkes gibi ben de hayatımın büyük bir kısmını yollarda geçiriyorum. Hal böyler olunca da ister istemez bir sürü yol hikayesi, yol anısı birikiyor.

Mesela;

Birgün ki o zaman arabam bile yoktu. İşe yeni başladığım günlerden bir gün Besiktaştan taksiye bindim. Çalıştığım hastanenin adını söyledim. Yola koyulduk. Sabah sabah şöförün konuşası tuttu ben de havamdaymışım cevap veriyorum sakin sakin. Taksi şöförünün “Hastanede mi çalışıyorsun abla?” sorununa abla kelimesine takılmayarak  “evet” diye cevap verdim. Taksi şöförü meraklı cikti devam ediyor, doktormusun?  Hemşiremisin? sorularına “hayır” diye cevap verince “e doktor değilsin hemşire değilsin ne iş yaparsın hastanede” şeklindeki kaçınılmaz soru geldi. Hey Allahım bizim de kaderimiz bu ne yaptığımızın bilinmemesi . Hastane sadece doktor ve hemşireden ibaret sanan canım yurdumun canim insanları seviyorum sizi ben. Oysa bir sürü isimsiz kahraman var siz o hastanelerde tedavi olurken yardımcı olan ama neylersin işte bizim meslegin kaderi de bu. Ben de o zaman   işe yeni başlamışım ya hoşuma gidiyor biri işimi sorsun da cevap vereyim diye bayılıyorum. Mesleğimin mühendislik kısmın es geçerek “Tıbbi Radyofizik Uzmanıyım” dedim. Şöför bey aynadan şöyle bir baktı ve “ iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş abla şu benim bagajda bir radyo var kimse tamir edemiyor sevabına bi baksan” demez mi?.  Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim, zaten ineceğim yere gelmiştim,  ben taksiden inerken hala “abla parası neyse verirdim” diye sesleniyordu adamcağız. O gün bu gündür biri mesleğimi sorduğunda “Tıbbi Radyasyon Fiziği Uzmanı” derim. Arkadaşlarla aklımıza geldikçe güleriz.

Bir başka anımda aklıma geldikçe beni hem utandırır hem de güldürür. Bir sabah yıldız yokuşundan arabamla ışıklara doğru iniyorum. Arkamdaki araba sürekli korna çalarak yol istedi hatta beni trafikte bayağı zor bir durumda bırakarak yanımdan geçti.  İleride ışıklarda yan yana geldik . İçimden “ne oldu acele ettinde sanki işte aynı yerdeyiz” diye düşündüm ve o sırada da gerizekalı diyerek kafamı çevirdim. Bir baktım korna çalıyor camı açın diye işaret ediyor. İçimden “ benden özür dileyecek biraz önce beni zor durumda bırakıp geçtiği için “ diye düşündüm (Hala insanlardan umudunu yitirmeyen bir romantiğim ben) Camı açtım adam “Hanımefendi biraz önce bana gerizekalı dediniz çok ayıp sizin gibi bir hanımefendiye hiç yakışmadı” demez mi?.  Öylece bakakalmışım. Belki de hayatımda verecek cevap bulamadığım ender zamanlardan biridir.  Size söylemedim dedim ama adam ”Bal gibi bana söylediniz yanınızda kimse yok ki” diye cevap verdi ve gaza bastı gitti. Ben ancak arkamdaki arabanın korna sesi ile kendime geldim ve yola devam ettim.


Usta blog yazarları  “çok okunmak istiyorsanız yazılarınızı uzun tutmayın” diyor. Bu nedenle diğer anılar bir başka yazının konusu olsun. Evet yol anılarım devam edecek ....

6 Nisan 2014 Pazar

RAKI

Nerden aklına esti bu rakı muhabbeti dermisiniz bilemem ama nedense aklıma geldi yazayım dedim. Nedense!

Rakıya ait ilk hatırladıklarım  rahmetli canım dedemin beni öptüğünde burnuma gelen anason kokusudur.

Dedem ( annem'in babası) her akşam kelimenin tam anlamıyla iki tek atardı. Masa toplanır ama dedem masanın en başındaki yerinde önünde beyaz peynir tabağı , bazen bir tabak leblebi mutlaka iki kadehi tamamlardı. Ama bir gün sarhoş olduğunu hatırlamam.

Rakı eskiden öyle ulu orta satılmazmış. Bakkal rakıyı mutlaka gazete kağıdına sarar verirmiş. Nedense ayıpmış öyle ulu orta rakı alıp eve götürmek. Hatta bununla ilgili bir anı anlatılır durur bizim ailede. Teyzemin eşi birgün rakı almış eve gelirken, bakkal adet olduğu üzere gazete kağıdına sarıp vermiş rakıyı. Eniştem de ceketinin içine saklamış yolda yürürken. Sonra eve gelmek için bindiği otobüste rakı gazete kağıdından kaymış ve ayaklarının dibine düşerek kırılmış. Tüm otobüsü bir anason kokusu kaplamış.O gün bu gündür eniştem bir daha ağzına içki koymamış. Benim çocukluğumda bu anı anlatılırdı hep.  Bir de dedemin gençliğinde arkadaşları ile rakıları içip içip Levent Yüksel’in şarkısında olduğu gibi “Muallayı sandala atıp ruhunda hicranını söyletme hikayesi” değil ama dönemin ünlü bayan ( adını yazmayayım ne olur ne olmaz ) sanatçısını getirtip  Münir Nurettin Selçuk’un ölümsüz bestesi “dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç”  şarkısını söyletme hikayesi efsane gibi anlatılırdı.

Annem içki içmezdi, babam da kırkta yılda bir evde veya dışarda arkadaşları ile içerdi. Onu da annem burnundan getirirdi nedense. Benim de rakı ile tüm ilişkim bu kadardı. Uzaktan pek fazla samimi  değildik kendisi ile. Hele hele bir genç kiz olarak rakının tadına bakmam benim tipik muhafazakar Türk ailemde amannnnn büyük suçtu, günahtı.

Sonra üniversite yılları geldi. Alkolle ilk tanışmam rakı ile olmadı. İşte diskoda orada burada bira denemeleri, şarap tadımları. Öyle kayda değer değil tabi. Arada sırada bazı bazı... Ülke genelinde etkinliğini yitirmeye başlamış olsa da bizim gibi muhafazakar Türk tipi ailelerde hala revaçta olan genç kızların içkilerine ilaç konulabileceği seklindeki komplo teorilerinin annelerimiz tarafından kulaklarımıza üflendiği, bunu tek konu olarak işlem Türk filmlerinin de henüz TV lerde gösterildiği yılların sonları...

Hayat bu şekilde akip giderken bir gün bir arkadaş toplantısında arkadaşlarımdan biri " denesene çok seveceksin" dedi… Denedim ve sevdim. Ama koşullu bir sevgi bu rakı sevgisi bende...

Bir kere dostlar olacak yanımda. Öyle sevmem yalnız tek başıma aklıma da gelmez durup dururken "hadi bir rakı içeyim" demek. Aslında hangi içki olursa olsun  içkiyi ben arkadaşlarımla  dostlarımla güzel bir sohbet eşliğinde severim. Öyle evde otururken hiç aklıma gelmez . Nasıl diyorlar galiba  " sosyal içiciyim"

Bir kac arkadasim var rakı seven. Bazen rakı balık yaparız. Boğazda gün batımına karsi. Mesela Arnavutköy Balıkçısı, Ali Baba bazen, bazen de Nevizade... O günkü modumuza, ruh halimize bağlı olarak mekan değişir ama rakı balık dostları hep aynıdır...

Yeşil Efe favorimdir. Rakının masada açılanını, bol buzlusunu severim. Ama galiba en çok rakıya eşlik eden dost muhabbetini seviyorum...




Yeni rakı alınmasın. Eskiden Yeşil Efe mi vardı? 




SONUNDA PİN KODUMU ÖĞRENDİM....




Daha önce de bir yazımda belirtmiştim. Ortam yoktur benim. Ya 1.5 ay yazmam ya da arka arkaya yazı yazarım. Blog yazmakta istikrar şart ama eh söyledim ya daha önce acemiyim ben..Öğreneceğim arkadaşlar öğreneceğim, öğreniyorum da ama yavaş yavaş :)

Ha bu arada yukarıda ki sözlerden de belki anlayacaksınız bir kendimle barışma söz konusu. Yani yanlış anlaşılmasın temel olarak kendimle kavgalı falan değilim de bazen bazı davranışlarımı sevmem ve bu canımı sıkar. O nedenle kendimle  barışma söz konusu dedim. Yanlış anlaşılmasın aman diyeyim...

Bundan uzun bir süre önce  bir hafta sonu Hürriyette Ayşe Arman'in "Yoksa siz hala PİN kodunuzu bilmiyor musunuz?" başlıklı yazisini okudum. Çok ilgimi çekti. Kişinin doğum tarihinden giderek matematik formüllerle kişilik analizi. E herseyin temelinin matematik ve fizik olduğunu savunan Ben için bu tanım yeterli bir tanımdı

Nedir PİN Kodu? :  PİN Kodunu ilk bulan kisi Güney Afrika kökenli bir fizikçi. İsmi Douglas Forbes. Varoluş ile ilgili sorulara cevap ararken doğada bir döngü olduğunu  herşeyin rakamlar etrafında döndüğünü, her rakamın da özellikleri olduğunu farketmiş. Türkiye de bu eğitimi almış 5 kisi varmış. İlgimi çekti doğrusu. İnternet'ten araştırdım biraz. Douglas Forbes Türkiyeye de gelmiş. Hatta Saba Tümer'in programına konuk olmuş. Youtube dan bulup o programları da izledim. Yine Ayşe Arman yazısında " Yılmaz Erdogan'in "Kelebeğin Rüyası" filminde Mert Fırat ile Kıvanç Tatlitug'un uyumluluğunu bu PİN kodu analizi ile test ettiği haberini okudum." diyor ve ekliyor " inanırmısınız hic yadırgamadım". Şahsen ben de hiç yadırgamadım. Dedim ya bende herseyin temelinin matematik ve fizik olduğunu savunurum.  

Neyse İnternetten aradım ve  mail adreslerini buldum. Ayşe Arman'ın yazısında bahsettiği Sibel Arda Hanım Ankaradaymış.  Istanbulda ise Aslıhan Soyuer PİN kodu ile ilgileniyor ve analiz yapıyor. Ancak bir hafta sonraya randevu verdiler ve gittim.

Bir iş hanında ofisleri.. Aslıhan Hanım çok tatlı, sevimli pozitif biri. İsterseniz CD ye kaydedip veriyorlar ya da siz not tutabiliyorsunuz. Hangi akla hizmetse not tutayım dedim. Aklınızda olsun giderseniz CD ye kayıt isteyin zira hem dinlemek hem not tutmak zor oluyor hele bir de benim gibi yazınız felaket ise sonra onu çözmek daha da bir zor oluyor. Doğum tarihimi verdim veeeee..

İnanılmaz bir analiz. Beni bana olduğu gibi anlattı. Yaklaşık 1-1.5 saat sürdü. Evet doğum tarihimden bir takim toplamalar çıkarmalar yaparak bir analiz yaptı Aslıhan Hanim. Bana neler söylediğini burada aynen yazamam ama bazı örnekler verebilirim.

Daha önce soyledim mi bilmiyorum ben maymun iştahli biriyimdir ve bu huyuma gıcık olurum kendim bile . Bir seye başlarim dört elle sarılırım ama sonra birden merakım gider bir daha yüzüne bakmam uğrastığım işin. Meğerse bunun nedeni bilinçaltimda herşeyi bir matematik problemi olarak düşünüyor ve kafamda ( tabi yine bilinçaltimda farkında olmayarak) cözüyormuşum ve çözünce de ilgim kayboluyormuş. Doğum tarihimden bir takim hesaplamalar yaparken bana "fen ya da matematik bilimleri ile ilgili bir isiniz mi var?"  diye sordu. Benim pin koduma sahip insanlar fen ve matematik bilimleri ile ilgili alanları meslek olarak seçerlermis. (Doğru mühendisim ya ben) Çok fazla zekiymisim ve  bilinçaltimda uykumda bile zihnim çok hızlı çalışıyormuş bu nedenle sabahları muhtemelen yorgun kalkıyormuşum ( ki bu da doğru genelde dinlenmemiş olarak kalkmaktan şikayetçi olurum ben)  bu nedenle bunu dengelemek için fiziksel aktivite yapmam tercihen de spora başlamam gerekiyormuş. Ve bunun gibi bir sürü şey daha söyledi. Yukarıda da söylediğim gibi hepsini burada anlatamam  çok kişisel şeyler var çünkü ama doğru mu diye sorarsanız evet hepsi de doğru. Ben çok etkilendim. 

Eve gelince tuttuğum notları tekrar okudum.Hemen kankamı aradım. Hepsini anlattım. O da çok etkilendi ama nedense Onu gitmeye ikna edemedim daha. Ben çok memnun kaldım. En azından kendimde hoşlanmadığım yanlar ile ilgili kısımların nedenlerini ve bunları nasıl dengeleyebileceğimi gösterdi bana bu PİN kodu analizi.

Isteeee geldim yazının en başındaki bu kendimle barışma meselesine.Yani insan bazı hareketlerinin nedenlerini bilince çözümüne daha kolay ulaşıyor. Şu hayatta daha iyi bir insan olmak adına okuduğum onca kişisel gelişim kitaplarına, gittiğim onca kişisel gelişim seminerlerine ek olarak PİN kodu analizi de benim kendimi daha iyi tanımak istediğim içsel yolculuğumda bana bir ışık oldu. 

Şiddetle tavsiye ediyorum...Ama öncesın de Hürriyet'in  hafta sonu ekinde  uzuuuun bir süre önce (arşivden bulacaksınız artıkım )Ayşe Arman'in köşesinde yazdiği "Yoksa siz hala PİN kodunuzu bilmiyor musunuz?" başlıklı yazısını mutlaka okuyun. 

Herkesin kendi içsel yolculuğunda aradığı kendilerini bulmaları dileği ile...

FIRTINALI HAVALARIMDA SIĞINDIĞIM LİMANLARIM....DOSTLARIM...


Gecen cuma akşamı geç bir saatte iş yerinden çıktım. Yorgun, cuma akşamı yalnız olmaktan mutsuz, ama biri ile bir yerlere gidecek enerjiden de yoksun bir şekilde otopark görevlisinin arabamı getirmesini bekliyordum ki telefonum çaldı. Kankam Mersine annesine gitmişti oradan aradı. Olağan günlük konuşmamızı yaptık. Amerika'dan kankamın yegenleri Pelin ve Emir için küçük birer hediye almıştım. Bana teşekkür etmek istiyorlarmış. Pelin 5 yaşında henüz. Emir ise 7 yaşında. Dünya tatlısı ikisi  de. Bıcır bıcır konuştular, teşekkür ettiler. Çocukların sesi bana hep iyi gelmiştir. Neyse dudaklarımda hafif bir gülümseme mutlu bir şekilde kapattım telefonu. Arabama bindim . Aradan bir yarım saat geçti tekrar çaldı telefonum. Aaa kankam gene arıyor "Birşey söylemeyi unuttu herhalde'' diye düşündüm. Her zamanki gibi " Yes şeker " diye açtım telefonumu baktım Pelin.." Bana aldığın terlikleri burada herkes çok beğendi , ben de "üzülmeyin Vildan teyzem size de alır" dedim, "anneanneme, teyzeme , anneme de alırmısın" diye soruyor. Allahım ya nasıl güzel bicir bicir konuşuyor. Sonra kankam aldı telefonu tam konuşurken bak sana kimi vereceğim dedi. Telefonda " Neccektin be Hazal neccektin, eeee napacan sende mecbur'' diye Vasfiye Teyze kelimeleri ile baslayan cumleler kuran Pelin'in babası...Allahım nasıl bir güldüm, nasıl  bir güldüm. Gözlerimden yaş geldi. O yarım saat önceki gamlı baykuş halimden eser kalmadı. Icim mutlulukla doldu.

Telefonu kapatırken aklımda iki şey vardı.

1- Dünyanın en kolay şeyi çocukları mutlu etmek. Keşke tüm çocukları mutlu edebilsem.

2- Dostları olmalı insanin fırtınalı havalarda sığınabileceği limanlar gibi...Bu dizeler hangi şiire ve saire  ait bilmiyorum. Sahibinden de özür diliyorum. (İnternetten aradım ama kime ait bulamadım).  Ama hissettiklerimi o kadar tıpatıp anlatan, tercüman olan  bir dize ki bu. 

İşte benim de böyle dostlarım  var. Fırtınalı havalarımda sığındığım limanlarım....